fas
04/23
Rabat
Aylar süren kronik rahatsızlıklar ve yıllar alan bedelli hizmetin ardından, aksıra-yana, bir seyahate daha sürükledim kendimi. Temiz bir sayfa… yeni bir çağı baÅŸlatacağını umuyorum bu gezinin yaÅŸamımda.
Ramazan ayında Fas’tayım. Her yazig’e yakışacağı gibi, uygunsuz vakitte iÅŸ peÅŸindeyim. Gece uçağı ve seher treni akabinde, baÅŸkent Rabat’a vardım. Sahurdan kalanlarla rızkını arayan sinekler dışında kimsecikler yok.
Fransızların himayesi altında iken inÅŸa edilmiÅŸ olan yönetim binaları beÄŸenmiÅŸ olacak ki, bağımsızlığını ilan edince krallık, Rabat’ı baÅŸkent bellemiÅŸ. Romalılardan beridir nice medeniyetin ev sahipliÄŸi yaptığı bu ülke, birçok isim de deÄŸiÅŸtirmiÅŸ. Osmanlı döneminde Fes krallığı hudutlarına vararak, tanışık olduÄŸumuz bu ülkeye günümüzde dahi Fas diye adlandırırken bizler; ecnebilerce ismi Maroc (Morocco) iken; yerel ve Arap camiasında ülkenin adı MaÄŸrip(batı).
Wad Nehri’nin, Atlantik Okyanusu’na döküldüÄŸü ağızda, surlarla çevrili, leziz mi nezih bir ÅŸehir burası. Dar sokakları tezgâhtarlarıyla dizili ÅŸehrin yegâne sinir bozan tarafı tavukçuları. Henüz kesilmiÅŸ yahut yolunmayı bekler vaziyette, kafese istifli hayvanların kokusu rezalet. Neyse ki mütemadiyen esen okyanus meltemi tazeliyor havayı. KumaÅŸçılar, manavlar, kilciler, tekstilciler, terziler, nakkaÅŸlar, kuyumcular, balıkçılar bir yana; nadir de olsa el iÅŸi çinicilerle dolu “souk”lar (dükkanlar). Ahali bütün tedarikini bu pazar tezgâhlarından karşılıyor. Süpermarkete ihtiyaç duymayan on binlerce insan, birbirinin elinden geçinip, bir diÄŸerine sermaye saÄŸlıyor. Ruhsuz, suretsiz market devlerine tamah etmeden yerel ekonomi bir ülkenin baÅŸkentinde bile cıvıl-cıvıl cereyan ediyorken, ister istemez kendi ülkemin halini düÅŸünüyorum. Kasabaları geçtim, her köye mıhlanmış market zincirleri yüzünden, iman’î ekonomimiz toptancı insafına talim iken, geçinemeyen çiftçinin yaktığı mahsuller içler acısı. Efendim yersiz bir dipnot verelim: Türkiye’de üretilen tarım ürünlerinin %20 sinden fazlası tüketilmeden çöpe gidiyormuÅŸ. %10 gibi bir miktar ihraç ediliyor ve %5’e yakını artıklarımızmış. Tarım ürünlerimizin neredeyse %40’ından nasiplenemiyormuÅŸuz, , , öyle…
Neyse Rabat’a dönecek olursak; anlattığım lezizlik sur içinde, arabaya izin olmadığı sosyo-kültürel merkez olan “Medina”, yani eski ÅŸehir için geçerli. Sur dışında ise; bulvar ve meydanları haricinde(ki buralar da standart erken 20.yüzyıl koloni ÅŸehirlerin minvalinde) herhangi bir dünya ÅŸehri gibi.
Alelade dolambaç sokaklarda kaybolmuÅŸken, birden bir açıklığa çıkıyorum. Okyanusa karşı bir burçta, vuruyor sert rüzgar. Atlas baba sırtlamış gökleri, savuruyor surlara. Åžukela bir manzara. Ahbabı görmeyeli olmuÅŸ 11 sene, kudurup döküyorum kendimi sahile. Dalga kırandan hunilenen sular kırılıyor kıta sahanlığı dar kumsala, cümbüÅŸ cemaat futbolundan sörfüne eÄŸliyor kendini. Kayalık burunda da bir fener, vermiÅŸ sırtını surlardan fokuran Rabat’a; Turner abi kırpı gözünü, verirdi hakkını tuvalin, diye düÅŸünüyorum. Rabat’a dair en ilginci de bence, sur dibinden okyanus kıyısına kadar uzanan ÅŸehir mezarlığı. Sarılı-mavili boyanmış kabir taÅŸlarıyla; bengi deryaya nazır, eski dünyanın sonunda, Atlantik’in tükürdüÄŸü kırağı zerrelerini kıran akÅŸam güneÅŸinde, ışıyan rahmetliler. Gayri menkulün böylesi dostlar…
Daha eski ve ÅŸahsına münhasır bir güzellik için, yarınki treni bekliyoruz efendim.
Fes
Bizler için Fas’ı Fas yapan yerde, Fes’teyim. 12 asırdır geniÅŸlemek dışında pek deÄŸiÅŸmemiÅŸ bir ÅŸehir, hayran oldum. 8.y.y.da Emevi general Tarık Efendi, Afrika’dan boÄŸazı geçip, Vizigotlar diyarı Ä°beria’ya ayak basınca, geri dönmemek üzere gemilerini yakmış, denir. Abinin atarına istinaden, boÄŸazda bulunan tepeye Cebel’i Tarık (Tarık’ın dağı) ismi de nakÅŸedilmiÅŸ olur. Endülüs krallığı böylece kurulmuÅŸ ve Avrupa’nın erken aydınlanma çağı baÅŸlamış olur.
Bilirsiniz ortaçaÄŸ, Orkeolojik (eski seyir notlarında hatırlayanlarınız olacaktık, yarı uydurma kurguladığım bu çaÄŸrışım temelli bilim dalını) çevrelerce “köÅŸe kapmaca çağı” olarak da bilinir. Kuzey MaÄŸribi de elinde bir süre tutan Endülüs’e, Abbasiler olsun, Berberiler olsun dadanıp dururken; kaynak suyu olan Fes nehri kıyısında, Kartaca’dan(Tunus) kopup gelmiÅŸ Ä°dris isimli baÅŸka bir abimiz, Endülüs’teki çatışmalardan kaçan mültecilerin sığındığı bu bölgeyi surlarla çevirip, Fes Medina’sını kuruyor. Sene 808, oÄŸlu 2.Ä°dris’in de eklentisiyle, nehrin iki yakasında MaÄŸribi’n ilk camii ve medresesiyle, resmen bölgenin kalıcı ilk Ä°slami medeniyetini baÅŸlatmış olurlar.
Åžehir eski dostlar. Sokaklarında el arabası zor gezer, hatta yarısına giremez bile. Kalmakta olduÄŸum evin sokağı omuz geniÅŸliÄŸinde, hiç abartmıyorum. Herhangi bir terastan, ÅŸehrin sokaklarını görebilmeniz imkânsız. Ä°ftara yarım saat var, akÅŸamsefası için çıkıyorum. Oruçlu deÄŸilim, fakat yemek bulmak için baÅŸka ÅŸansım yok. Nehri(çay artık) geçip, Andulus Mahallesine daldım. Tezgahtan iki ekmek çözüp, bir lokanta peÅŸine düÅŸüyorum. Bir kapıya danışıyorum, “burası kahve” diyor. “Yine de sen 10 dk sonra gel.” “Eyvallah.” Mahallenin gencü ve ahbapları elinde tepsi-tabak, bir-bir damlıyor mekâna. Türkiye’den olduÄŸumu öÄŸrenen bir grup, masasına davet ediyor. Tajin (kil tencere) tepesinde takkesiyle sofranın ortasında, ben de ekmek takviyesiyle bekliyoruz. Patlıyor camilerden “Allah’u Ekber”, sofradaki herkes cigara sarmaya baÅŸlıyor. YemeÄŸe henüz dokunan yok dostlar! Sürahide avakadolu ayran, fondip herkes ve akabinde duman altını buluyoruz. Nihayet ekmekler kırılıp, Tajin’e banıyoruz. Muazzam cömert ve hoÅŸbeÅŸ insanlar. En gencüleri (ben sandım 14, meÄŸer 21 yaşındaymış) “Limon” lakaplı, bana pek sarıyor. “ Ben de Zeytuni” Kara zeytin derler bana. Derdi Ä°spanya’ya kaçmak. “Ä°yi kardeÅŸim, ÅŸuracık” dedim. “Yok” dedi. “Türkiye’ye gelip, Yunanistan’dan gireceÄŸim.” O kapı sakat, sınırı geçeni vuruyorlarmış, diyorum. Abhaplardan biri kubarı uzatırken; “Limon zaten ölü…Burada doÄŸdu” diyor. “Sen ona yardım eder misin, Türkiye’ye gelse?” “Beni de almıyorlar ki vizesiz Avrupa’ya kardeÅŸim. Nasıl yardımcı olabilirim?” “Sen ona Avrupa’yı göster, gerisini çözer.” “Başım üstüne kardeÅŸim.”
“Türkiye’nin neresindensin?” “Ä°stanbul.” “ … ” KardeÅŸimin yolu uzun, henüz Ä°stanbul, Türkiye ile özdeÅŸleÅŸememiÅŸ zihninde. Avrupa’nın asya kapısı kadar, Afrika kapısının da Bab’ı Dar olduÄŸunu görmek hiç ÅŸaşırtmıyor. Lakin bu akÅŸamın devamı saÄŸ olsun, eksik kalmıyor.
Yemekten kalkmadan, ikram edilenleri takdim edeyim: Avakado Lassi, Tajin’de soslu köfte göbeÄŸinde göz yumurta, yeÅŸil zeytin, havuç-portakal suyu, kahve ve zatı muhterem Fas kubarı. Velhasıl kalktık sofradan, geziniyoruz mahallede ve Limon beni bir binaya götürüyor. Karanlık merdivenden, yerel baÅŸka bir kafeye giriyoruz. Daha da özelinde, mor ışıklı televizyon odasına. Üç adam koltukta chill ötesi kurulmuÅŸ, sanırım oruç bozmaya dahi tenezzül etmemiÅŸ. Tv’de Faslı bir kardeÅŸin “Global yorum içerikli” youtube kanalı oynuyor. Ä°ngilizcesi ÅŸukela bir kardeÅŸ damlıyor ki içeriye, saÄŸ olsun Ä°drid’ten mevcut krallığa kadar Fes’in tarihini döküyor bana. “Yarın seni nerede bulurum?” “Ben Andulus’tan çıkmam bro” Fevkalade gurur duyuyor “Fes El Bali (eski Fes)” ile. “Burası dışında beni MarakeÅŸ paklar anca” diyor. DiÄŸerleri yeteri kadar köklü deÄŸilmiÅŸ… OkumuÅŸ olanı Fes’i yüceltirken, toy olan ise Avrupa’nın çöpü olma peÅŸinde. Aynı surlar içinde… Kahvenin duvarlarında yazanları tercüme etmesini istedim vakur kardeÅŸimden: “Cehaletin karanlığında, ihsanın aydınlığına körsündür.” “Özgür hissettiÄŸin kadar yaÅŸarsın.”
Yeniden bir iftar, imamlar çığırdı (nitekim çığırıyor mübarek burada). Odadan saldım dışarı, merdivende hostelin sahibi tutuÅŸturdu elime çorba tenceresini,
terasta altı milletten insan sofrasında
oruç bozuldu.
Sanma dil tutuldu,
Dolunay talihi yine tatlı dokundu.
Durdu bildiÄŸin günler,
ünü surunda ÅŸehirler yüceltildi
yerini seven insanlar görüldü…
Örüldü sokaklar.
Fatma ve Meryem bacılar
Birer cami yaptılar
Göz kitaba kavuÅŸtu.
Dolunay talihi
GümüÅŸ yürekli ilimler doÄŸurdu.
Sene 859,
Helal olsun bacılar.
Efendim zanaatkârları meÅŸhur Fes’in, ve el iÅŸçisidir hepsi de. Bakırcıların çekiç çınlaması kesilmez, lakin dericileri en meÅŸhurudur. Tabakhanede hazırlanan deriler, sırtta terasların yolunu tutar. PeÅŸi sıra torso derinliÄŸince çukurlarda, doÄŸal pigment ve tuzlu solüsyon içerisinde yiÄŸitler tarafınca çiÄŸnenir. Sarıdan kırmızıya, kahvenin nice tonunda ezilen deriler, güneÅŸ altına serilir. Suluboya kutusunu andırır bu teraslar, fırçası insan kalçalarıdır… Kesif bir güvercin dışkısı/dana sidiÄŸi/kireç/tuz kokusu gün boyu mütemadiyen Fes’i tütsüler.
Günler kaybolarak geçer bu ÅŸehirde. Ben ki doÄŸal GPS algısı iyi birisiyimdir, Kuzey yönünde yürümeye baÅŸladım, bir buçuk saat sonra farkına bile varamadan, baÅŸladığım yerde buldum kendimi. Üç günde bellenecek bir yer kesinlikle deÄŸil. BaÅŸka bir yere de açıkçası benzemiyor. MaÄŸrib’in en eski ve eÅŸsizi olduÄŸu kesin. Biricik, diyebiliriz.
Bir günü de Fes Jdid’de (yeni Fes) dolanıyorum. Yeni dedimde, 12.y.y. civarı, ana surların batısına eklenti bir halkayla kurulmuÅŸ mahallenin sonu is Kral Sarayı ve devasa bahçesiyle son buluyor. Sokakları ve çarşısı bir nebze daha geniÅŸ olan mahallenin farkı ise, ahÅŸap cumba ve balkonları.
Enteresan son bir nokta ise, sabah ezanından evvel, medinada kol gezen katırlar. Hanelerin sokaÄŸa bıraktığı çöpleri, heybelerinde sur dışına taşımakla mükellif onlarca katır. Uysal yine de cakalılar efendim, saygılar…
Merzouga
Tropik, verimli topraklarda dilenen yaÅŸlı bir kadını sadakasız koydukları için,
Allah kumlar altına gömdü onları.
Atta’ya aid olanlar tuttu kervan yolunu sonra ( Atta’ya gitti denir ya bizim halk aÄŸzında, çok uzaklarda olan Sahra kavimlerinden türemiÅŸ olabilir bu betimleme). Fas’ın en geniÅŸ yeraltı su havzasına sahip bölgesinde, Marzouga kasabasındayım. Sahra’nın eÅŸiÄŸinde, kömürden de kuru, turuncu bir çöldeyim. Kerpiç dörtgen evleri ve Arap Yarımadası’na kadar uzanan kum tepeleri… nefesim fırından kurumlu. Sarının kırk tonu burada her ÅŸey, yeÅŸil olan tek yaÅŸam formları ardıç ve hurma aÄŸacı. Bölgede zeytin de yetiÅŸiyormuÅŸ efendim.
Amazigh (Berber) diyarlarındayım. Yeri gelmiÅŸken, resmi tazyikli atarımızı girelim: Fas’ta üç resmi dil mevcut; Arapça, Berber ve Fransızca. Ortak dil arapça, çünkü bir arap krallığındayız. Atlas DaÄŸları ülkeyi Kuzey DoÄŸu’dan, Orta Batı’ya doÄŸru bir hançer gibi böler efendim. Erken Ä°slam kavimleriyle gelen arapların bulunduÄŸu akdeniz yakası ve kuzey okyanus ÅŸeridi bir yarım iken; Berber halkın yedi bin yıla yakındır yaÅŸadıkları Sahra ve güney okyanus yakası. Cezayir’de keÅŸfedilen kaya resimleriyle teyit edilmiÅŸ; ÅŸecere gen araÅŸtırmalarıyla da, erken Afrika ve taÅŸ çağı yakın doÄŸu genleri taşıdıkları görülmüÅŸtür efendim. Antik Mısır’ın doÄŸuÅŸuna tanık bir ırktan bahsediyoruz dostlar. Herkül’ün Afrika’ya geçiÅŸini de, Hannibal’ın Ä°beria’ya geçiÅŸini de, Tarık’ın ortaçağı baÅŸlatan fethini de, Osmanlı’nın geçemeyerek aydınlanma çağını baÅŸlattığını da görmüÅŸ Berberler… eskiler, çok eski. Arapça konuÅŸtuklarını görüp, arap sanma gafletine düÅŸmeyin. Tamazight (Berber lisanı) dilinin bir de yazı biçimi mevcuttur ki havasından geçilmez. Nüfusun kendisi dahi neredeyse yazmayı beceremez.
Neyse dostlar, gelgelelim beni sabah yedide otobüsten indirdik Merzouga’da, dün öÄŸlenden beri bir ÅŸey yememiÅŸim(ters oruç tutuyorum nitekim:). Kalacağım yere çantamı bıraktım ve terlikle arka kapıdan çıktım. Turuncu tozdan tepeler ve fizanda buÄŸulu bir kum dağı. Kıtanın öbür ucuna kadar uzanan salt kum. Bana kal geldi, bir tepeye çömdüm. Bir bok böceÄŸiyle muzumu paylaÅŸtım ve komÅŸu tepeye konan bir kuzgunla muhabbet ettim. Üçümüz de karayız ve bu topraklarda bu hiç sorun deÄŸil… (ne düÅŸündüÄŸünüzü biliyorum: “gittiÄŸi her yere de bir kuzgun uydurmasa olmaz” diyorsunuz. Vallahi gerçek.) Nerede bana kal gelse, orada bir kuzgun hep bitiyor…
Kaldığım yerleri size böyle allı-ballı anlatıyorum, sanmayın çok para bayılıyorum. GittiÄŸim yerlerin hep en ucuz konaklamalarını seçiyorum. Åžöyle söyleyeyim; bir haftadır Fas’tayım, henüz 100$ harcamışım. O yüzden gezmek geliyorsa gönlünüzden, paranın sizi geri tutmasına ne olursunuz razı gelmeyin. Biraz yorulmayı göze alın, yeter.
Çöl başında eski bir kervansarayın avlusunda bulunan Berber çadırında yatıyorum. Günlerim güneÅŸ hükmünde burada. Sabahtan biraz kum tepip, kahvaltı için meydana yürüyorum. ÖÄŸle vakti avluda, akÅŸamüzerini yazarak beklemekle geçirirken; 17.30 gibi çöle girip, güneÅŸi batırıyorum. AkÅŸam yemeÄŸi evde yahut meydanda, gece ise yine avluda muhabbetle geçiyor. Seferi zerre, tevazu ve kahkaha ile seÄŸirtiyorum, kimi bulabilmiÅŸsem kelâma ortak.
Tinghir
Tan vakti açtım gözleri, yaptım bir çay ve aydınlanan çölü seyre çıktım. Gün kırılırken dahi sahra turuncu. Ay ışığında soluktur bir tutam, lakin hep turuncu. Sabah otobüsüyle Tinghir’e vardım efendim. Yüksek Atlas’ın çeperinde, çorak bir sarının içinde, kerpiçten bir kasaba. Todgha akarsuyunun daÄŸlardan taşıdığı suyu, vadi havzasına devÅŸirerek, suyun çeperlerinde vahalar yaratmış bir yer burası. DaÄŸdaki kanyonun çıkışından baÅŸlayıp, kırk küsur kilometre boyunca, su tamamen vadi tarafından emilip bitene kadar devam eden fokur mu fokur yeÅŸil bir vaha. Palmiyeden zeytine, ıhlamurdan orta yapraklısına kadar ne varsa mevcut. Eski çaÄŸdan beri Berberlerin kerpiçten kurdukları medinalarla döÅŸeli, kıvrılıp giden vadi etekleri.
Tinghir merkeze yakın, vahanın tam ortasında, kireç taşından bir tepede, yıkık-dökük bir kerpiç medina vardır ki, inanılmaz dostlar.
[Üzülerek bildirmeliyim ki, emanet getirdiÄŸim kompakt fotoÄŸraf makinası, bir arıza sebebiyle kör kaldı ve resim çekemiyorum artık. Yoksa ÅŸuracığın bir portresini kesin döÅŸerdim bilirsiniz. Asıl bu noktadan sonrası için ihtiyacım olan kamerayı kaybetmiÅŸ olduk, geçmiÅŸler olsun.]
Velhasıl, nehir yatağından geçip bu harabeye dalıyorum. Bir zamanların dar sokakları toprak patikaya dönmüÅŸ, yılıp-çöken evler kapatmış kimini. Altını üstüne getirip, medinanın gizinden nemalanıyorum. Adını da, tarihini de bilen yerel yok. SavaÅŸ tahribatı mı, atıl mı bırakılmış bilinmez, fakat bölgenin en ÅŸukela yerinde, harabeleri arasında yaÅŸayan birkaç orta afrikalı göçmen aile dışında, buranın farkında olan yok gibi sanki. Bir görünüp, bir yiten çocuklar, dereden çamaşırları taşıyan bacılar ve betonla duvar yamayan ahbaplar… Berberlerin burnu dibinde, herkesten habersiz, beleÅŸ, yıkık bir cennet köÅŸesinde. GeliÅŸmiÅŸ bir memlekette olsak, Giza Piramitleri gibi turnikeye tutarlardı burayı… Demek ki medeniyet iÅŸiymiÅŸ pazarlama, insanı için de, toprağı için de.
Toubkal
Sabah yola koyulmak üzere, bir gece MarakeÅŸ’e geldim. Sokakları Fes’e göre daha geniÅŸ, motorsiklet gürültüsünden geçinemeyen keÅŸmekeÅŸ bir ÅŸehir. Turisti gırla, bağırıp-çığıranı gırla, rezilinden en zenginine kadar her ÅŸekil ve çeÅŸitte insanı barındıran bir ÅŸehir. Teraslarda gece huzurlu gibi. Ana meydanın iftar sonrası çalgı-çengi cümbüÅŸü gece yarılarına kadar sürüyor.
Gelgelelim seyahatimin en kıdemli evresine. Yıllardır tırmanmak istediÄŸim Atlas DaÄŸlarının en yüce zirvesi Toubkal için, erkenden bir minibüse bindim. Zirveye ulaÅŸabileceÄŸim en yakın köy olan Ä°mlil’e (rakım 1500m) gidiyorum. Geçen senelerde yalnız tırmanmaya çalışan iki turist hayatını kaybedince, hükümet artık rehbersiz zirve tırmanışına müsaade etmiyor.
Bir midibüs, bir minibüs ve bir taksi sonrası Ä°mlil’e vardım. Åžarıldıyor dağın eriyen karları, 3000m üzeri kar kaplı. Korkarım kramponsuz olmayacak zirve yolculuÄŸu. Efendim çevre daÄŸları da içeren, 3-4 günlük bir gezi dilemiÅŸti gönlüm. Fakat geçitler hâlâ buzla kaplı olduÄŸundan ve malumunuz ramazan dolayısıyla herkes oruç tuttuÄŸundan, ziyadesiyle yorucu olan bu rotayı yürümeye razı bir rehber bulamıyorum. Fakat Toubkal’ın zirve tırmanışı için 2 günlük bir sefer ayarlayabildim. Rehberim Muhammed ile sabah 10:30’da buluÅŸacağız. Åžu an için elma bahçesinde, zirveye nazır 1900m irtifada, Aroumd isimli köyde, bir terasta güneÅŸleniyorum.
Rahat bir uyku ve güneÅŸli kahvaltı sonrası, Muhammed ahbabımla yola koyuluyoruz. Volkanik kayalık olan bu dağın eteklerine doÄŸru, dere yatağını takip ederek, vadi içine yavaÅŸ yavaÅŸ tırmanıyoruz. Fauna ÅŸimdilik salt ardıç aÄŸacı. Bir saat boyunca yürüdükten sonra 2200m’deki ÅŸifacı bir mollanın kayaya oyulmuÅŸ mabedine varıyoruz. Cin çarpılmış Faslılar, mollayı ziyarete deva bulmaya geliyormuÅŸ. Zamanla 3-5 hanelik, mini bir köy bile kurulmuÅŸ, ismi Sidi Chamharouch.
Devam ediyoruz, ardıçlar tükendi. Her yer kaya ve eriyen karların şırıltısıyla bezeli. Dağın doÄŸu yüzünden, kuzey yönünde eteklerini “tirbuÅŸon”luyoruz. Yarım saatte bir, derme çatma istasyonlarda, içecek ve basit yemek servis ediliyor. Bu yürüyüÅŸte yalnızım sanmayın. Patika insan dolu. Anladığım kadarıyla Ä°spanya’da resmi tatil haftasıymış, her yerde Ä°spanyolca ekolanıyor. Biz Muhammed kardeÅŸle devam ediyoruz. 3 saat oldu tırmanalı ve 3000m lere yaklaşıyoruz. An itibariyle ben 2 litre su içtim. Sabahki kahvaltıyı saymıyorum bile. Gel gör ki rehberim, sahurdan beri azına bir ÅŸey koymadı. Adam Kuzey Afrika’nın en yüksek dağına oruçlu tırmanıyor dostlar. Kursağı kuruduÄŸundan az konuÅŸuyor, onun dışında Muhammed’de tık yok. ÖÄŸle namazını kılmak için mola verdiÄŸimizde, bende sefer tasımı açıp, kuruyemiÅŸ ve peynir tırtıklıyorum. Devam efendim… dördüncü saatimizde artık kar irtifasına varıyoruz. Vadinin kapanıp, komÅŸu dağın Toubkal ile birleÅŸtiÄŸi yere yaklaşırken, efil efil baÅŸlayan kar yağışı, kısa bir süre için de olsa tipiye dönüyor. 3000m ‘nin üzerindeyiz. Bir saat daha hafif eÄŸimle tırmanıp, ara sıra kara da basarak, geçidin bulunduÄŸu yere, Toubkal Refuge’una(3156m) varıyoruz. Örme taÅŸ, üç seviyeli Fransızlarca yaptırılmış bir sığınak burası. GiriÅŸ katında geniÅŸ bir mutfaÄŸa, iki yemek salonuna, oturma odasına ve ardiyesi dışında bir de rehberler yatakhanesine sahip. Bodrum katı tuvalet ve banyo iken, üst katı ise misafirler için dört adet yatakhaneye sahip.
Yüze yakın kiÅŸiyiz. Gün doÄŸumundan önce herkes zirve tırmanışına buradan baÅŸlayacak. 3,1km yolumuz ve 1000m irtifamız olacak. Komün masalarda, hep beraber akÅŸam yemeÄŸini beklerken, ÅŸömine başında sizleri bunları yazıyorum. Nefesim ve bacakların sıhhatte. Dayanamayıp iki sigara bile içtim, özür dilerim. Siz dört yapın onu… Lakin bunca yabancının arasında yurttaÅŸ birini görmek isterdi gönül. Maalesef Anadolu buralara pek uÄŸramıyormuÅŸ, öÄŸrendiÄŸim kadarıyla.
Gecenin dördü ve zifiri cebele uyanıyoruz. EkmeÄŸe peynir-reçel, iki bardak da çay ve hazırız. Kramponları kuÅŸandık, kafa lambası yanık, çantada bere-atlı-kadife gömlek ve 1,5lt su. Muhammed’e danıştım yeter mi bu su diye, “tabi” dedi. Adam zirveye oruçlu tırmanıyor bir aydır, 1,5lt onun gözünde “tabi” olur.
Batımda yarım ay, doÄŸuda tan henüz filizleniyor, önümde de fezadaki yıldızlara uzanırcasına Toubkal zirvesi. Zirveyi görebilmek mümkün deÄŸil, bedelini henüz ödemedim zira. Dökülüyoruz yola efendim, bismillah buzlu kar… ve zirveye kadar sürecek böyle, amansız bir eÄŸimle hiçbir es vermeksizin. Henüz yarım saat tırmanmadık ki, göÄŸsüme bir taÅŸ oturdu, basıyor ciÄŸerime. Her yüz metre irtifada beÅŸ dakika soluklanma ihtiyacı duyuyorum. Bu sıkışıklığın beni zirveden alıkoyacağı korkusu derhal musallat oluyor. Kendimizi sürüklediÄŸimiz fiziksel zorluklardan öÄŸrendiÄŸim tek bir ÅŸey varsa; sonunu getirebileceÄŸimize dair güven duygusu. Ä°nançla her badire atlatılıyor dostlar, keza göÄŸsümde kuluçkalanan file alışmam uzun sürmüyor, bir saatin sonunda. Akla-karayı seçme tedirginliÄŸi pek tabi ruhunuzdan bir parçayı eritiyor bu süre zarfında, %30’un üzerinde bir eÄŸimle 3300mlerde kramponla tırmanırken. Velhasıl irtifaya da alışınca kondisyonum, ara dinlence/seyir kaçamaklarıyla, birinci saatin sonunda ziyadesiyle keyif almaya baÅŸlıyorum. Fil üzerimden kalkıyor ve bunca yıldır hayalini kurduÄŸum tırmanışın tatminini yaşıyorum.
Efendim objektifimiz; Toubkal ile Toubkal West zirveleri arasındaki boÄŸazı tırmanıp, ikisinin kavuÅŸtuÄŸu tepeden, son birkaç yüz metre irtifayı Toubkal’ın güney batı sırtından ilerleyerek, Kuzey Afrika’nın en yüksek noktasına varmak. Paçalı don üzerine baharlık pantolon, termal fanila, yün içlik, kadife gömlek, polyester rüzgârlık, buff, bere, eldiven ve kafa feneriyle baÅŸladığım tırmanışın 2. Saatini tamamlarken; boÄŸazın tepesine neredeyse vardık artık ve efil efil seyiren rüzgâr, ÅŸiddetlenen bir istikrara kırıyor rotayı. Saat 7:30, doÄŸan güneÅŸin ittiÄŸi hava bütün Sahra’yı, Mısır’dan buraya kadar teperken; 3800metreye kadar dayanan kıyafetlerim, atkı takviyesine kavuÅŸuyor. Sarıyorum beremin üzerine atkımı, kafam üÅŸüyor sadece.
Bir an, sadece bir an
Toubkal’ın bıçak sırtındayım
Elimde baton, dikenli tabanlarımla.
Solumda iki saattir tırmandığım karlar, sağımda 1500 metrelik uçurum ve çöle uzanan daÄŸ silsileleri. Nefesim yere düÅŸüyor, gözüm kol yakalarıma takılıyor. Kahverengi kadife gömlek hiç sırıtmıyor.
Bir an, sadece bir an.
Herkes ve her şeyin yakıştığı bir dağda buluyor insan kendini.
Hatırlayın, 04:00’te uyandık. Yalandan atıştırıp, karanlıkta zirve tırmanışına baÅŸlayacağız. Kahvaltı sonrası tuvalete indim, bir hanımefendi makyaj yapmakla meÅŸguldü. Benim tek derdim ise, zorlu yürüyüÅŸ öncesi rahatça sıçmak.
Toubkal’da ne ben bok koktum,
Ne de o daha güzel göründü.
Hepimiz daÄŸ için oradaydık, zirve için. BaÅŸarabileceÄŸine inanan, 10 yaşından 70’ine kadar her çeÅŸit insan. Tırmanmayı sürdürürken, zirveyi görebiliyorum artık. BahsettiÄŸim hanımefendiyle karşılaşıyorum. Güçlükle nefes alıyor, durmuÅŸ. “yapabilirsin” diyorum. Kafasını kaldırıp zirveyi fark edince, gülümsüyor.
Yarım saatten az bir yolum kaldı. Başım iyi, nefesim fena deÄŸil, göÄŸsüm hafif, bacaklarım saÄŸlam. Sırtı bitirdim artık ve son beyaz düzlükteyim. %10 eÄŸimle, keyifli bir halde, Kuzey Afrika’nın en yüksek zirvesi Toubkal’a (4167m) saat 8:30’da ulaşıyorum. Sırtımı verip kayaya, uçurumun eÅŸiÄŸine çömüyorum.
​
​
​
​
​
​
​
​
​
​
Evden getirdiÄŸim Antep fıstığı, badem-ceviz, üzüm ve yaban mersini dolu sefer tasımı açıyorum. Çok bahtiyarım, çocuk gibi semiriyorum kuru yemiÅŸi. Çocuk kadar da duyguluyum. YüreÄŸimin tamiri Dico’ma sesleniyorum ve fokurduyor gözlerim coÅŸkuyla. Masmavi gökyüzü, sert bir rüzgar, ve ben aşığım;
Hem sana, hem de taÅŸa…
Efendim Anadolu’dan iz olarak, Antep kabuklarımı bırakıyorum Toubkal’a. Yıkılan kabuklarında yitip-yitiren herkese sabır-selamlar diliyorum.
Yaban mersinine gömülüyken, bahsettiÄŸim hanımefendiyi zirveye varmış görüyorum. Başı dönüyor ve çatlıyordur kanımca. Ä°ki üzüm, üç mersin tutuÅŸturuyorum avucuna. Yedikçe gözleri açılıyor, rahatlıyor. Biliyorsunuz dostlar, fotoÄŸraf makinası çölde kör olmuÅŸtu. Sırf sizle paylaÅŸabilmek için bir nebze gördüklerimi, zirveye kadar taşıdığım tabletimle birkaç fotoÄŸraf çektikten sonra, geri dönmeye baÅŸlıyorum. Seke-seke her düÅŸürdüÄŸüm irtifayla daha geniÅŸ nefesler alarak, üç saatte tırmandığım zirveyi, bir buçuk saatte iniyorum.
Kampa vardığımda, saatim 10:25’i gösteriyordu. Soyunup ayaklarımı, yıkıyorum daÄŸ suyunda. GüneÅŸe serilip, bir sigara sarıyorum. Bir-bir zirveden inen gruplar varıyor, herkes dökülüp salıyor kramponları. Her suratta vakur bir mutluluk ve 3200 metrede insan adına tatlı anlar paylaşılıyor. Fakat gün henüz bitmedi, kamptan 11km uzaklıkta ve 1444m alçakta olan Ä°mlil’e ulaÅŸmam gerekiyor. Åžu noktada müthiÅŸ yorgun deÄŸilim, lakin saÄŸ diz kapağım aÄŸrıyor. 2,5 saat sürüyor daÄŸdan vadiye inip, köye ulaÅŸmam. Ä°ÅŸte ÅŸu noktada bacaklarım artık tutmaz durumdalar. Salt bugün 17,2km yürümüÅŸ, 3444m irtifa kat etmiÅŸim. “Tenmîrt, Muhammed” sen ki bu yolu benimle, damla susuz yaptın. Sana helal olsun.
Ertesi günü sizlere MarakeÅŸ’ten seslenirken; yürümekte zorlandığımı belirtmeliyim. Terasta 30 derece sıcaklıkta tüttürüp, güneÅŸlenmekteyim bütün gün. Hâlâ çok bahtiyarım. Kafamı kaldırıp, uzaktaki Toubkal ve komÅŸularının siluetini seyrediyorum. Ä°nanılmaz gerçekten bir çift ciÄŸer ve ayağın insana yaptırabilecekleri…
MarakeÅŸ
KeÅŸmekeÅŸ… Arnavut sokaklar ve kahverengiyi korumuÅŸ bir ÅŸehir. Geri kalanı keÅŸmekeÅŸ…. Tasmalı maymun, kobralı zurnacı, davullu ÅŸakÅŸakçılar, seyyar tezgâhlar, ülkede üretilen ve pazarlanan her ÅŸey ve herkesin çığlıklar mutabakatıyla el deÄŸiÅŸtirdiÄŸi bir medina. Surların dışında ise gün boyu tavaf eden motorlu taşıt trafiÄŸi.
Benim için MarakeÅŸ, Kerim ve Nasir demek. Biri Berber, biri Arap. Medina’nın gözünde, “Kif Kif” isminde bir hostelin çalışanları. Perküsif geleneksel Berber türküleri çalıyor ilki; diÄŸeri bezip çaÄŸdaÅŸ Arapça rap açıyor. MarakeÅŸ’te cereyan eden rayiha da sanki aynen böyle tınlaşım içinde. Ä°kisi de cigaratör. Gündüz uyuyup, gece yaşıyor. Ä°kisi de leziz insanlar.
Suvayr
Yine bir otobüsle, batı sahiline gidiyorum. Ä°lerledikçe otobüs, solumda alçalıp, buÄŸulanan Atlas DaÄŸları. Duble asfalt yolda, dümdüz sürüyoruz. Fas’ta gördüÄŸüm en jilet yol, üç saate varıyoruz Suvayr’a. Mola verdik bir ara ve acı bir kahve içtim. Pisi-pisi bir çarpıntı musallat oldu sonra, otobüsten inince taÅŸa yığıldım. Titriyor ve bayılmak istiyorum, aÄŸlamak ve boÅŸalmak. Tâkatim tükenmiÅŸ ve kalp krizine doÄŸru sürükleniyor gibiyim. Bilincim yerinde fakat kalakaldım öylece 1,5 saat istasyonda. Temizlikçi bir ablam el verdi de, ferime yeniden kavuÅŸtum. Hostelin yolunu tuttum. Beden mi yorgun, kalp mi özlem içinde, başım mı çorba, aşırı irtifa farkından mı, yoksa yaÅŸ mı kaldıramıyor artık… bilemiyorum. BildiÄŸim tek ÅŸey, bunu ikinci kez yaşıyor oluÅŸum…
​
Efendim Rüzgârın Åžehri diyorlar buraya. Sörf için insanların akın ettiÄŸi bu kıyı medinasının rengi beyaz, kapıları mavi, sokakları minnoÅŸ. Terasta oturmak mümkün deÄŸil, tekme-tokat çarpıyor rüzgâr. Faslı genç bir çiftle tanıştım hostelde. Åžarap satın alabilmek için yabancıya ihtiyaçları vardı, yardımcı oldum. Ramazan olduÄŸundan yerlilere alkol satışı yasakmış efendim. Bir restorana yürüyoruz beraber, bir ÅŸiÅŸe roze satın alıyorum, 26 Euro! Biri kuzeyden, diÄŸeri güneyden olan bu sevgililer, ara sıra orta yol olan Suvayr’da buluÅŸuyorlarmış. Ramazan olmasa, Carrefour’dan 5 Euro’ya satın alabiliyorlarmış, lakin aÅŸk vakit tanımaz ve kumrular paraya kıymaktan çekinmiyor. GöÄŸsümde hâlâ bir düÄŸüm var, yarın hayattaysam eÄŸer, devamını getiririm.
Kıta sahanlığı dar, kahverengi dalgaların sürekli sahile vurduÄŸu bu uzuuuun kıyı ÅŸeridi; kumuyla olsun, rüzgârıyla olsun bana Åžile’yi hatırlattı. 30 yıldır orada yüzmedim, burada da yüzmeyeceÄŸim açıkçası. Sur içinde devasa iki manolya aÄŸacı altında çay içerken ÅŸu an, bu ÅŸehrin beni en etkileyen tarafı dimdik uzanan Ladin aÄŸaçları oluyor. En uyuz tarafı ise rutubet yüzünden sızlayan eklemlerim.
Yürümek rahat, yemek rahat, alış-veriÅŸ rahat… “Chill” dedikleri bu olsa gerek. Zaten efendim, buradan güneye doÄŸru Agadir’e kadar, bütün sahil ÅŸeridi sörf camiasının nüfusunda yaşıyor. 20ler’inde gençlerin uÄŸrak mekanlarından. “Az daha kalp krizi geçiriyordum” diyorum, bana gülüyorlar. O denli genç ve “chill” ler efendim.
​
MarakeÅŸ’ten pulman trenle Casablanka’ya, eve doÄŸru giderken, hava çok sıcak dostlar. 18günlük seyahatimi bitirmek için iyi zamanlama. Önümüzdeki ay boyunca 45-50 ler’e tırmanacak sıcaklıklar burada. Lekeli beyaz zirvelerini seçebiliyorum Toubkal’ın, gittikçe uzaklaşıyor olsam da. BeÅŸ yıldır hayalini kurduÄŸum daÄŸa tırmandığım için çok memnunum. Eve dönmeye hazır hissediyorum. Ekmek kapısı bir tek tarla kaldı artık, yazmaya daha da ağırlık vermek niyetlerile, Fas kapısını kapatıyorum efendim.
​
​
Siz saÄŸ, ben selamet… “ Åžukran ve Tenmîrt ” e hadi bari, bir de “Merci” …