top of page

2.17

hindüstan/nepal

grudge-full monkey

Haridwar

Tozlu keşmekeşinde Haridwar,

yol kenarında sakin bekliyor ganja;

ardında ondan da sakin : Ganga.

Fukara meskan tutmuş, ganja başında;

ardında hepimize şefkat: akıyor Ganga.

Güneş gitti. Bedeviler ateşbaşında. Ağaçlara sarılı çadırlar, şehrin göbeğinde. Bir o kadar da uzakta.

Ölü mü-diri mi bilinmez, üç kişi sürüyor, bir kardeşi; içinde olandan, uzağa.

Ve yine Ganga...

Silip götürdü, az önce olanları da.

Rishikesh

Kuzeyde Ganga'nın kaynağına yakın, Sadhu'lar diyarı Rishikesh'teyiz. 

İlkin subaşına yollandık. Efil-efil estiren kumlarında, güneşin altına bi-fiil serildik. Frekansına yetiştikten sonra Baba'nın; içine yürüdük, suyu başımıza koyduk...

Selamlar olsun, nehirlerin en kutsalına.

Asma köprülerinde ahkâm kesen maymunlar, geçeni haraca bağlamış; fıstık peyda edene, yalnız poz veriyor. Sözde babalar, kimi örnek alıyor, anlaşıldı. Sarıldıkları turuncunun kaymağını yiyen kimi işgüzarlar, hiç de engin gözlerle bakmıyorlar.

Yalan, ne de olsa, kadim gelenek.

Nehir boyu, vakıf abiler de yok değil; ağaç gölgesine kurulmuş, nasihat paylaşıyor genç avrupalılarla.

rishikesh
rishikesh
men of rishikesh
Rishikesh
Varanasi

Avam Kamarasının etki alanından artık uzak;

avam vagonunda, Hindistanda'yım.

Tütsülerin; biz dışardan gelenlerin

sandığının aksine,

neden keşfedildiğini anladım.

Güzel koku yaymak için değil,

mevcut berbatlığı bastırmak için.

Yine de; 3. mevkii bahsedildiği gibi değil.

Şerbeti, bol baharatlı tutmak gerek; 

nabzı yakalamaksa niyet.

Varanasi

Batan tapınağın yanında Dolunay'da; inadına yaşamaya, Ganga kıyısında.

Kashi'de... Nefes kesen dar aralarında; büyüsünden mi-pisinden mi, eski olan şehirden de kadim sokaklarında; yol verirse mandaları, tezek atlamaca; genişledi mi sokaklar, hele ki caddeler; nefesi kazanmaya ne hacet; trafik allah'a emanet, kuş bahçesi kıvamında kornalarıyla: " Su başına inelim."

Anca dinlenmek mümkün Benares kıyısında. Kaşesini ödemeyen turiste kobrayı salmaya müsait; belki de dünyanın son yılan canbazıyla; zurna yine de huzur, keşmekeşin en pahasında, Ganga kıyısında. Kantarda odun tartılır, her ölünün ederi kadar. Medeniyetin en yaşlı şehrine, onu kuran nehrin ayakları dibine; ölmeye gelen hacılar, müminler. Milenyumlardır sönmeyen ateşin içine taşınmak, tek dilekleri. 

İnsandan kalanların nehire, ateşten yitenlerin havaya kavuştuğu basamaklar.

Ve; insanın ayırdığı sınıflar : dom'un yakıldığı su kıyısına karşı, brahma'nın kavrulduğu yüksek basamaklar.

Birine odunu taşımak kolay, diğerini ise suya salmak.

Kutsallık hangisinde?

Ganga mı, gökler mi?

low camp- fishtail mountain
snake dancer varanassi
varanassi

Himalaya'lar

Atalar diyarı, Afrika'dan sürülen bir parça; Hint Okyanusu'nu öteleyip, tokuşmuş Asya ile. Kendiyle beraber antik insanlarını da getiren İndüstan, sırtına da sıra dağlarını çekmiş. O dağlar ülkesi, Nepal'deyim şimdi.

Tek parmak yollar, tepeleri kıvıra-kıvıra iteliyor. Toz gırla... "Hır"sız insanlar. Diyalekt sert, lakin. Kavga eder gibi muhabbetlerinin tonu. Halbu ki mevzu, hava-su.

Küçük ülke, lakin bir günümü aldı, Himalaya'ların eteğine varmak. Gözümüze kestirdik, hedef Machhapuchhre.

Pare'de, goa'dan emanet bambu çubuk. Ben ise, dağdan buldum bir ahbap, yerel ağaç Rhododendron'dan(ormangülü) bir dal.

Tabana kuvvet, dünyanın çatısı bizi bekler...

Yarım gün yürüdük, taşlarla örtülü dağ merdivenlerini tırmanarak. Pirinç tarlaları dolu köylerden güle-eğlene vardık ilk durağa, Deruali. Rakım 2100m. Manzara; orman dolu uçurumlar, vadiler. Çok uzakta, tepesi görülür Machhapuchhre, nağmı diğer balık kuyruğu.

Tan vakti açtık gözleri, ikinci gün. Güneşle ilk kızaran, dağın tepesi. Yedik kahvaltı, içtik demli Masalayı.(pare'nin gözdesi) Yol uzun, düştük patikaya. Mavi-beyaz işaretlerle süslü ağaçları takiple, daldık ormana. 4 saat tırmanışla vardık dağın sırtına. Forest Camp'teyiz. Yığma taşlarla örülü çay evinde, öğle yemeği. Paçangadan hallice, sebzeli bir börek ve pirinç tatlısı. Tabiiki  vazgeçilmezimiz masala çayı. Rakım 2600m.

machupucharre
Himalayalar

Sabırsız Mahmud, yol peşinde. Molayı kısa tuttuk. Balığın omurgasına tırmanıyoruz. Patika çetrefilli, yolumuz sarp kayalık. Zorlu 3,5 saat sonrasında Low Camp'teyiz. Rakım 2960m. Harikulade bir dostun işlettiği çay evindeyiz. Dağın ihtişamı karşımızda. Soba başında akşam yemeği; Nepali klasiği, Dal Bhat. Baba bizi sevdi sağ olsun, şefkatiyle dolu bir termos masala çayı eşlik ediyor, akşamımıza. Alacakaranlıkta son kızaran, yine dağ oldu.

Gün Himalaya'ların hükmünde; başlatan da, bitiren de dağlar...

Ay doğmadan, gökleri seyire çıktık; elimizde çaylarımızla. Hep mi bu denliydi yıldızlar, yarabbi! Neler yaptın bize medeniyet, göklerin ihtişamını unuttuk,  yalan ışıklarımızla...

Dünya Öykü Günü'müz kutlu olsun.

Yol arkadaşımı yormuşum. İrtifanın ağırlığı (havanın hafifliği daha ziyade) da eklenince, 3. günü Low Camp'te geçirdik, cancağız kuvvet toplayabilsin diye.

Bu denli yüksekliklerde, insan da kuş misali, tan vakti ötmeye başlıyor. Buddy hâlâ bitkin. Aldım desturu, yolun devamını yalın topuklayacağım. 1 saat seri adımlarla, sonunda balığın omurgasındayım. Orman altımda, çıplak dağdayım. Sarkmış yünleriyle, Yaklar karşıladı beni. Badal Danda'dayım, rakım 3295m. Sabah çayıyla, güneşi selama durmuş bir abi, beni beklermiş gibi: Namaste, babacım. Vadilere yeni ışık düşerken, çoktan aydınlanmış tepelerin parçasıyım. Günümüzü var edeni, yükseklerde, yetişsin diye beklemek... Çay-yumurta, bana müsade baboli.  Yüzleştim, dağlarla.

south annapurna
mount fishtail

1 saat daha tırmanıyorum, bıçak sırtında. Solumda Annapurna Güney (zirve 7219m), önümde Machhapuchhre (zirve 6993m), sağımda bulutlara inen vadiler. Tolkien anlatılarını yâd ettiren bir yükseltiyi de aştıktan sonra, halimden mesut, duruyorum. Tahmini rakım 3400 m'ler. Puslar altında yitik dünya, karlı zirveler ve güneş nazarında, dünyanın çatısındayım.

Üç de karga eşlik ediyor, bize.

Dingin huzur, düşünceden yoksun...

Şükürler olsun.

Dönmeli artık... Keçi misali, seke-seke tersliyorum, yolu geri. Buddy kendini toplamış, bir şeyler yiyor, sevindim.

Öğlden sonrasını mesut-kemal inerek ormanı, varıyoruz bir pirinç köyüne.

Kathmandu

Kathmandu

 

Ayın karanlık yüzüne hoş geldik. İflahı sökülmez bir toz yığını. Tibet'ten, Hindistan'a inen antik ticaret kervanlarından beri, toynakların deptiği toz bulutu, varamamış yere henüz.

Adı gibi işlenmiş ağaçlar, serilmiş tuğlalar üzerine; orta çağ hükümdarları sarayında, aydınlık yüzünü gösterir, Kathmandu. Altın kaplı 13 basamağına yetiştiğinde, hep açık gözlerle karşılıyor, Budist mağbedi.

Şehrin gürültüsünden uzak, dua çarklarıyla beraber dönüyoruz, saat yönünde. Bordolara sarılı keşişler, cihanın 4 köşesinden saygılarını sunmaya gelmiş. Dünya politikaları arasında sıkışmış, arafta yek sığınağı, imanı olan bu insanlar için en kutsal kubbe; Bauddhanāth.

Rüyalar bahçesinde; şadırvan başında akşam eyliyoruz. Şehrin kuşlarının da sığınağı burası. Duvarında; mermere oyulu, Hayyam gazeli. Edebiyat; Newari kültüründe,

rübai ve gazelle selama duruyor. Müteşekkir olmaya yeter bile, bu topraklara. İpeğin yolu çoktan topuksuz kalmış olsa da, diyarlardan yetişen gelenekler, unutulmamış.

Sardhu zannedildiğimiz tapınak eşiklerinden, ayak direten çocuğunu bize bırakmakla tehdit eden yerlilerine kadar; aşina hissettiren, sahiplenen bir büyü var bu topraklarda. Anadolu'nun nerede olduğu bilinmese de, bizi gözleriyle kabullenen çok.

kathmandu

Büyüdüğüm İstanbul'dan, daha rahat hissettiğim kesin, Kathmandu'da. Ki; daha açmadığım kim bilir ne katmanları var, buranın.

Son günümün, son saatindeyim. Çatıda püftürüyoruz. Güneş bulutlara düşmeye başlamış, son vektörleri ışıyor. Atmosferin tozları raksa tutuşmuş, selametlerini sunuyor. Şahin usulca turluyor, son kez gözleri üzerimizde. Kanaryalar kaçışta, dar bina aralarından. Kargalar tünemiş, çatılara iliştirilmiş ne bulduysa. 

Pencereyi açtı, bir abla. Çanı sallıyor. Kibriti çakıp, sunağı ateşliyor. Alacakaranlığa kavuşan Kathmandu, avareliğiyle bir günü daha tam ediyor.

Sırtta yük, gönlümde olasılıklar silsilesiyle, dönüşe akıyorum.

kathmandu
dunbar square
bottom of page